MURAT SERDAR ARSLANTÜRK

ne hint'sin ne de mısır'lı... ama ramayana'yı yazdıran, yine de sensin. çünkü aynı atar kalpleri birbirine aşık iki türk'ün de, hint'in de, arap'ında...”

Kalemlerle kağıtların aşkına, aşkın kelimelerle savaşına geldiniz.

hoşgeldiniz...

Join the forum, it's quick and easy

MURAT SERDAR ARSLANTÜRK

ne hint'sin ne de mısır'lı... ama ramayana'yı yazdıran, yine de sensin. çünkü aynı atar kalpleri birbirine aşık iki türk'ün de, hint'in de, arap'ında...”

Kalemlerle kağıtların aşkına, aşkın kelimelerle savaşına geldiniz.

hoşgeldiniz...

MURAT SERDAR ARSLANTÜRK

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
MURAT SERDAR ARSLANTÜRK

Yazar-Şair Murat Serdar Okurları Paylaşım Ortamı


    Pis Bir Öyküden İnsan

    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 7
    Kayıt tarihi : 08/12/09
    Yaş : 39
    Nerden : İstanbul

    Pis Bir Öyküden İnsan Empty Pis Bir Öyküden İnsan

    Mesaj  Admin Salı Ara. 08, 2009 10:03 pm

    Beni nereden duymuşlardı, kimden öğrenmişlerdi söylemediler. Ben de fazla sıkıştırmadım. Aslında biraz tahmin eder gibi oldum ama kimsenin günahını almak istemedim. En son geçen ay birileri gelmişti ve bu ikisi gibi ‘temizlenmek’ istiyorlardı. Galiba bunlar onların arkadaşlarıydı.
    Bu tür insanlarla tanışmam çok eskilere dayanıyordu. İlk gençlik zamanlarıma kadar eskilere… İlk kez; babam askere gitmeme bir hafta kala beni şehre götürmüş ve elimden tutup kerhaneye sokmuştu. Burnuma çarpan o koku, duvarlardaki takvimler, kadınların yarı çıplak vücutları ve boya içerisindeki yüzleri midemi o kadar bulandırmıştı ki; oracıkta kusuvermiştim... Çok utanmıştım fakat babamdan başka kimsenin dikkatini çekmemişti. Babam, enseme tokatlar ata ata beni dışarı çıkarmış ve orada, camekan tezgahta satılan iğrenç tatlıdan alarak, sözde beni kendime getirmeye çalışmıştı. Tatlıyı zorla yemiştim. Babam çarşamba pazarına dönmüş suratıma bakıp, olanları nihayet anlayarak eve dönmeye karar vermiş ve köyün yolunu tutmuştuk.
    Askerde iken, çarşı izinlerinde çeşitli bahaneler bulup arkadaşlarımı bir çok defa atlatmayı başarmıştım. Lakin terhisime bir ay kala birliğimize gelen kumpanyada, neredeyse günaha giriyordum. Askerde bütün eratın gazinoda toplanıp hep bir ağızdan ’aç aç’ diye bağıracağı kadınla, koğuşta burun buruna gelmiştim. Meğer tertiplerimin birlik olup bana yaptığı bir şakaymış. Fakat korkudan ödüm kopmuş ve o zamanlar hepsine küsmüştüm. Kadının dibime kadar sokularak elini orama götürüp avuçlaması ve kısacık saçlarımın dibinden süzülen teri hala unutamam.
    Askerden sonra annemin uzun arayışlarına rağmen uygun bir kısmet bulamayışı, sonra memurluk sınavlarını kazanmam ve köyümü terk edip yerleştiğim bu kent… Önce bir akrabamızın evinde yatıp kalktığım ve nihayet ikinci maaşımla beraber babamın gönderdiği hasat parasını denkleştirip ev tutmam, birkaç eşya almam ve artık bu kentin bir insanı oluşum… Hayat bu kadardı işte aslında. Ne kadar uzun ve karmaşık olursa olsun,en fazla birkaç cümlelik bir paragraftan ibaretti.
    Her şey; daireden çıkıp eve dönmek üzere otobüs durağında beklediğim bir akşam, yanıma gelip fazla bilet soran o kadınla birlikte başladı… Şehirde geçen altı koca yıldan sonra hem işime, hem yalnızlığa hem de bu koca kente alışmıştım. Altı yıl içerisinde ardı ardına önce babamı sonra annemi kaybetmiş, Almanya’da çalışan erkek kardeşimden başka kimsem kalmamıştı. Eve gidip tek başıma yemek yiyecek olmamı, televizyon seyrederken bir-iki bardak çay içeceğimi ve yatsıyı kıldıktan sonra yatağıma uzanıp hayallere bulanacağımı düşünürken yanıma geldi.

    -Fazla biletiniz var mı?
    -Var.


    Birlikte beklemeye başladık. Otobüs tam vaktinde durağa yanaştı. Önce O bindi, arkasından ben iki tane bilet atıp geçtim. Ortalarda bir yere oturdu ve ben yanından geçip arkalara doğru ilerlerken, elindeki bozuklukları uzattı. Durdum; almak istemedim. Israrla avucuma koymaya çalışırken, elinde bozuk para ile birlikte bir de ufak kağıt olduğunu fark ettim. Uzattıklarını avucuma sıkıştırıp arkaya doğru geçtim. Oturur oturmaz avucumu açıp baktım; iki lira ve kağıda yazılmış bir telefon numarası… Kağıt ve paraları gömleğimin cebine attım. Kadına baktım. Ve otobüs hareketlendi.
    Huzursuzlandım. Neden bilmiyorum; iki durak sonra kalkıp düğmeye bastım. Kadın dönüp bakacak mı, bakmayacak mı derken durakta durduk ve indim. Otobüs harekete geçip uzaklaşırken, gömleğimin cebinden kağıdı çıkarıp tekrar baktım; katlayıp yan cebime koydum ve diğer otobüsü beklemeye başladım.
    Her zamankine göre yarım saat gecikme ile evime ulaştım. Akşamdan kalma patates yemeğimi ısıttım. Yanına biraz cacık yaptım. Sofrayı kurdum. Güzelce karnımı doyurdum. Bir çay koyup televizyonu açtım. Bir iki saat haberleri izleyip çay içtim. Hava çok basıktı. Namazdan önce bir duş almak istedim. Heyhat! Yine sular kesilmişti… Balkondaki bidonlardan birini banyoya taşıdım. Kovaya doldurdum. Yatak odama geçip üstümü çıkardım. Kirlenmişlerdi. Ceplerinden cüzdanımı, kalemimi, not defterimi alırken telefon numarasının yazılı olduğu kağıt tekrar karşıma çıktı. Şeytan işte, dürtüyordu ya; bir telefon konuşmasından ne çıkar diyerek aramak istedim. Saate baktım; gece yarısına geliyordu. Umursamadım. İçeri geçip telefonu kucağıma aldım. Numarayı çevirdim. Çaldı.

    -Alo?
    -Alo,iyi geceler.
    -İyi geceler…Nuri sen misin?
    -Hayır. Şey, ben Sadık… Bu gün otobüs durağında karşılaşmıştık. Doğru mu aradım acaba?
    -Aaa, merhaba… Evet doğru aradın ama ben aramayacaksın sanmıştım. Şaşırdım şimdi… Ner’desin?
    - Evdeyim.
    - Sadık, memnun oldum. Ben Meryem.
    - Ben de memnun oldum Meryem.
    - Demek evdesin. Ne yapıyorsun?
    - Oturuyordum, bir arayayım dedim. Nasılsın?
    - İyiyim. Ya sen?
    - Ben de iyiyim çok şükür. Bir şey sorabilir miyim?
    - Elbette?
    - Şey, telefon numaranı niçin verdin bana?

    Öyle bir kahkaha attı ki, sağır olacağım sandım.

    -Ayol fena mı işte, görüşürüz ara sıra!
    - …
    -Alo, orada mısın?
    -Buradayım…
    -Evli falan mısın yoksa?
    -Hayır, evli değilim de…
    -E, ne var o halde? Niye şaşırdın ki? Görüşelim ama bir daha ki sefere daha erken ararsın, tamam mı cicim?
    -Tamam, erken ararım da… Her neyse. Rahatsız ettim gecenin bu saati. Kapatıyorum ben. İyi geceler.
    -Öpüyorum seni. Tatlı uykular Sadık.

    Aradığıma bin pişman oldum ama iş işten geçmişti. Gecenin bir saati Şeytan’a uyduğum için kendi kendime kızdım. Takdiri Allah’tan ama kıldığım namazın da sakat olduğunu düşünerek uyudum ve bir sürü tuhaf rüya gördüm.
    Bir hafta boyu her şey aynıydı. Her gün sabah işe, akşam eve… Bu beni sıkmıyordu ama bedenim için aynı şeyi söylemek zordu. Gece iltihamlarından bıkmıştım. Üstelik durup durup suların kesilmesi yüzünden gına gelmişti. Bidonlardaki soğuk suyla yıkanıp durmaktan usanmıştım.
    Peygamberimiz ne de güzel buyurmuşlardı: ’Vakti gelen gençleri evlendirin.’ Ben, tabir yerinde ise tohuma kaçmış kıvama gelmiştim ve hala bekardım. Haliyle zorlanıyordum. Ev işleri, alış veriş, temizlik falan neyse de, yalnızlık ve kadınsızlık beterdi. Cehennem korkum olmasa, bekar bir sürü arkadaşım gibi çarelere başvurur ve kendimi doyururdum. Neticede bu bir ihtiyaçtı ve kendime eziyet ettiğime iyiden iyiye inanmaya başlamıştım. Fakat korkuyordum. Ne zaman aklıma fuhuş fikri gelse, Şeytan’ın kulağıma tatlı tatlı fısıldadığı sözcükler düşüyor, garip hayallere dalıyor ve delirecek gibi oluyordum.
    Kadınlarla aramda daima bir mesafe vardı. Küçüklüğümden beri bu böyleydi. Evimize gelen teyzelerden, ablalardan bile utanır, ya odama çekilir, ya dışarı kaçardım. Bazen beni kucağına almak isteyen ya da başımı okşayanlar olduğunda utancımdan kıpkırmızı kesilirdim. Bir keresinde aşağı mahallede oturan ve ayyaş kocasından başka kimsesi olmayan Hanife ablaların soba boruları temizlenecekti. Kadıncağız annemden yardım istemiş, annem de kolumdan tuttuğu gibi beni oraya yollamıştı. Hanife abla ile önce sobayı sökmüş, boruları dışarı çıkarmış, bir güzel çırptıktan sonra iyice temizlemiş ve sonra tekrar eve taşıyıp kurmuştuk. Üstüm başım kurum olmuştu. Hanife abla beni o halde eve göndermek istememiş ve evin yanındaki kerpiçteki kurulu ocakta bir kazan su ısıtıp, beni banyoya sokmuştu. Damın içerisinde etrafı iyice kontrol ettikten sonra soyunup suyu dökünmeye başlamışken, bir anda damın tahta kapısı gıcırtı ile açılmış ve Hanife abla içeri girmişti. Üstüm başım sabunlu bir halde arkamı dönüp yere çökmüştüm. Hanife abla yanıma yaklaşıp tası elimden almış, başımdan aşağı suyu döküp beni bir güzel yıkamıştı. Sabun kalıbını başımda, omzumda, sırtımda gezdirdikçe utanmış, yerin dibine geçmiştim. Hanife abla çıktıktan hemen sonra alelacele üstümü başımı giyindiğim gibi damdan çıkmış ve bir hoşça kal bile demeden koşa koşa eve gitmiştim. İçimdeki bu sebepsiz mahçupluk, ben büyüdükçe büyüdü ve bir parçam oldu.
    Bir akşam daha fazla dayanamadım… Uzun uzun düşündüm. Ne de olsa hiç yapmadığım bir şey yapmış ve gecenin bir saati, bir hayat kadınını arayabilmiştim.

    devamı için...

      Forum Saati Perş. Mayıs 09, 2024 10:56 am